|
|
|
ARKADAŞLAR BURADA SULTANIMIZLA YAPILMIS OLAN RÖPORTAJLARI SIZINLE PAYLAŞIYORUM BUYURUN
Edebiyat Söyleşileri: Feridun Andaç
15 Ağustos 2011 Pazartesi, 10:40:45
GAZETE HABERTÜRK / ÜMRAN AVCI
Edebiyatçı, eleştirmen Feridun Andaç, sinemanın sultanı Türkan Şoray ile yıllar önce Cumhuriyet Gazetesi için yaptığı söyleşinin ardından Şoray’la belirli aralıklarla bir araya gelmeyi sürdürmüş ve söyleşilerini kitaplaştırmıştı. Andaç ile “Türkan Şoray ile Yüzyüze” adlı bu kitabının yeni basımı vesilesiyle bir araya geldik ve Sinemanın Sultanı’nı konuştuk.
Nereden çıktı Türkân Şoray'la söyleşi yapmak ve onu yayımlatmak?
Sinema tutkumun beni gezindirdiği dünyada Türkân Şoray imgesi belleğimde hep vardı... Çocukluk ve ilkgençlik yıllarımda sinema bir tür okuldu benim için. Yıllar sonra sanatsal uğraşıları nedeniyle dönemlerine iz bırakan kültür sanat insanlarıyla bir kitap için söyleşiler yaparken, bunların arasında Türkân Şoray da olmalı demiştim. Çıkış noktası buydu. Ama kendisiyle karşılaşıp söyleşirken, daha yakından onu tanırken; "bir kitap olmalı bu, onu ancak bir kitapla anlatabilirim," demiştim kendime...
Türkân Şoray'a sormak isteyip de soramadığınız bir soru oldu mu?
Elbette. Onu konuşturmak zordur. Kendinden söz etmeyi sevmez, ama konu sinema oldu mu akan sular durur. Yaşadığı koşulların gücünden doğmuş birinin o koşulları anlatması yerine, kendini var eden sinemadan söz etmesi çok doğal. Ben daha çok sinemada varoluşunda tutunduğu duygu ekseninde soracağım soruları zaman zaman not ederim. Bu da, o yaşadığı sürece kitabın tamamlanamayacağını gösterir bana! Bir dönem sıkışıp kalmışlığından söz etmişti. Bunu anlasam da açabilecek sorular sormamıştım. Siz yanıt alamayacağınız soruları az - çok bilirsiniz. Kendi merakınız asla öne geçmez. Ona duygusal baksanız da duygusal bir iş yapmıyorsunuz!
Sunuşta, "Rüçhan Adlı ile ilgili bir sorum karşısında gözleri bulutlanmış, bir süre suskun kalmıştı" diyorsunuz. Bu gözleminizi biraz daha açalım mı?
Bunu bir vefa duygusu olarak algılayıp gözlemlemişimdir. Türkân Şoray'da baskın olan bir duygudur bu. Ben, o ilişkinin, Türkân Şoray'ın hem gecesi hem de gündüzü olduğunu düşünürüm. Kaçabilir miyiz bunlardan?
'VESİKALI YARİM' FİLMİ
Onu var eden mi demek istiyorsunuz?
Öyle de diyebiliriz, sıkışıp kalmışlığına da neden olmuştur sanki! Aşk ve nefret ötesi bir şey...
Röportaj sırasında size anlattığı ama "aramızda kalsın" deyip kitabı girmeyen ayrıntılar var mı?
Sanırım aramızda iyi bir yakınlık, dostluk bağı gelişti ki; Türkân Hanım kitaba girebilecekler / girmeyecekler diye bir ayrım yapmadan anlattı hayatına / sinemaya dair çoğu şeyi. Bunların içinden ayıkladıklarım oldu elbette. O, "şu olsun, bu olması" gibisinden bir telkinde bulunmadı. Popüler okurun beklentisine göre bir kitap kurma düşüncesinin uzağında biriyim.
Sinemanın sultanı ile yaptığınız bu uzun söyleşide sizi en çok ne etkiledi? Türkan Şoray'ın başından geçen bir olay ya da onun herhangi bir özelliği?
Onun sinemadaki serüvenini kendi sözlerinden dinlemek başlı başına etkileyici...Ama kendi ortamında onu tüm doğallığıyla da izlerken, içimden; "Sinema için doğmuş," dedirten aurası sizi tutulu kılıyordu, öylece kalakalıyordunuz... Tüm bunlar bir yana, Vesikalı Yarim filmine dair anlattıkları, çekimdeki süreç, Akad ile kurduğu iletişim, filme dair ettiği sözler; çizdiği Sabiha karakteri için nasıl hazırlandığını anlatması... Halil karakterini oynayan İzzet Günay'dan, nedense, söz etmemesi... Çünkü gerçekten kült bir film, üstelik Günay da bu filmin önemli bir parçasıydı...
Kırgın olabilirler mi?
Sanmıyorum! Belleğe kayıt düşenler bazen unutabiliyorlar da!
'DÜNYA OYUNCUSU OLABİLİRDİ'
Söyleşi bittikten sonra kendinizle kaldığınızda sizdeki imajı neydi?
Türkân Şoray başka yerde olmalıydı şimdi. O sinemaya minnet duysa da; seyirciye tutkuyla bağlı olsa da, onunla sinema daha iyi filmler yapabilir, bir dünya oyuncusu olabilirdi! Türkiye'nin Batılılaşmasındaki engel Türkân Şoray'ın da engeliydi sanki! Pembe bir dünyası, yaşam tarzının olmamasını çok gerçekçi buldum. Ama içe çekilen bir zamanı vardı ki, burukluk yaratıyordu bu insanda...
Sizce, Türkân Şoray'ın seyirci katında bu denli ilgi odağı olmasının nedeni, sırrı nedir? Bunun yanıtını bu söyleşide bulabildiniz mi?
Kitapla ilgili birlikte katıldığımız söyleşi ve imza günlerinde gördüklerim, gözlemlediklerim bu imgenin şaşırtıcı boyutları olduğunu anlattı bana. Bunu salt onun güzelliğiyle açıklayamayız, kültürel / eğitim boyutuyla birlikte sosyolojik bir olgu. Bunu da bir belgeselle göstererek anlatabilirsiniz ancak. Sanki o, Türkiye'nin bilinçaltı, hatta belleği. Sinemada çizdiği duygu atlasını iyi okumak gerek. Bazılarının küçümsediği "Yeşilçam Sineması" Türkiye'nin modernleşmesinde "okul" işlevini üstlenmiştir bir dönem. Türkân Şoray imgesi de bu gerçekliğin önemli bir parçası.
NAİF VE KIRILGAN
Türkan Şoray'ın sanatını bir kenara bırakırsak, nasıl bir kadın? Özellikle gözlerini dinlemek isterim sizden? Ve üzerindeki tatlı heyecanı? İnsanda saygı uyandıracak mahcubiyetini? Biraz anlatır, tanımlar mısınız?
Çok klasik olacak ama; naif, kırılgan! Bir o kadar etkileyici, kararlı, inatçı, sevecen. Ama gözlerine sürekli bakamazsınız. Sizi çeken, büyüleyen bir aurası var... Bir kadın okurum çevirmişti yolumdan, demişti ki: "Durun gözlerinize doyarak bakayım, o gözler Türkân Şoray'ın gözlerini yakından gördü demek..." Başka ne söyleyebilirim ki! Bir anne üstelik... Onun bu heyecanını görmek, kızı için yaşadıklarını gözlemek; yakın dostlarına dünyasını açmak onun yaşayan / yaşatan yanlarıydı demeliyim...
Kitapta, Türkan Şoray'ın kendini saklayan, gizleyen yanına da vurgu yapılıyor? Nedir sizce o gizem?
Kendini ele vermeme ürküntüsü değil de; hayata karşı, çoğu şeyi yaşayamamış olmanın tedirginliği olarak gözlemiştim bunu. Yeterince kendi olamama, başkaları için yaşama... Hayatının her çizgisine dikkat etme, kendini sorumlu hissetme... Bir de, bunun üzerine, tutsaklık gibi algılanabilecek özel bir hayatın cendersinde yaşamak...
Adnan Binyazar, arka kapaktaki tanıtım yazısında, "Feridun Andaç, bir Anadolu dervişi gibi Türkan Şoray'daki acıyı tapınma düzeyinde duyumsuyor" diye yazmış. Nedir Türkan Şoray'ın duyduğu bu acı?
Türkan Şoray; alt tabakadan gelmiş olmanın getirdiği derin bir kederi, yoksunluğu yaşıyor. Ve bütün bunların karşılığını aslında sinemada buluyor. Belki sinemadaki gerçeksi duruşunu etkileyen de bu. Bize, onun bunun o kadar sahici gelmesi, biraz da onda bunu gözlemlemiş olmanın getirdiği duyumsama... Geçmişte yaşadığı yoksunluğu hala hissediyor. Bunu da, "Aşık olamadım, iyi bir hayatım olmadı, istediğim şeylere ulaşamadım ama bütün bunları ben sinemada yaşadım!" diye anlatıyor. Ayrıca, hep sinemanın kurallarına göre yaşadığını söylüyor.
Türkan Şoray'ın acı itirafı
Türk sinemasının sultanı Türkan Şoray, romantik bir kadın olduğunu söyledi
13 Haziran 2011 / 11:56
Şoray “Filmlerimde defalarca mum ışığında yemek yedim. Ancak şu hayatta bir kere bile böyle romantik bir olay yaşamadım” dedi. 205 sinema filminde rol alan Türkan Şoray, bu alanda bir dünya rekorunun sahibidir. Elizabeth Taylor, Sophia Loren’den bile daha çok filmde oynayan Sultan, dünyanın en çok film çeviren kadın oyuncusudur. Yaşamını adeta sinemaya adayan ünlü yıldız şimdi sinema hayatını anlattığı bir kitap yazıyor. Bir yandan da Boğaz sırtlarındaki evinin terasına kurduğu tuval üzerinde birbirinden güzel resimler yapıyor. Tabloları, hayır kurumları yararına binlerce liraya satılan Türkan Şoray’la evinde, 5 çayı eşliğinde ikram ettiği birbirinden güzel pastaları, çörekleri yerken konuştuk.
RÖPORTAJ: Şebnem ÖZCAN
- Sinema hayatınızı anlatan bir kitap yazıyorsunuz, o ne aşamada?
Az kaldı, bitiyor. Yazdıkça yazmak istiyor insan. Eksik bir şey kalmasın istiyorum. Her şeyi anlatmaya çalışıyorum. Kamera önünde neler hissettim, bir oyuncu sette nasıl olmalı bu soruların cevaplarını bu kitapta verdim. Sette öğrendiklerimi yazdım. Set günü neyi gerektiriyorsa, ne bileyim hava kapandı sabırla bekleyeceksiniz. Benim bütün gün sıramı beklediğim çok olmuştur. Ağzımı açıp da gık’ım çıkmamıştır.
- Ama siz Türkan Şoray’sınız. Türkan Şoray sette bekletilir mi?
Niye bekletilmesin, şartlar onu gerektiriyorsa beklerim tabii. Nitekim bekledim de. Ama bu keyfi bir bekletme değildir hiçbir zaman. n Yazdığınız kitabın adı ne olacak? Sinema Benim Aşkım!
AŞK DEFTERiNi KAPATTIM
- Hayatınızda bir insan var mı?
Var, Yağmur. O kadar yetiyor ki benim hayatıma... Artık o defteri çoktan kapattım. Yalnız yaşamanın güzelliğini yaşıyorum. Belki bir evlilik falan diyorsunuz o da artık çok zor. Bir kere inanılmaz seçici oluyorsunuz bir yaştan sonra, beklentileriniz değişiyor. Daha genç yaşlarda insanın gözü daha kara oluyor. Huzurlu yaşamak istiyorum. Aşkın getireceği fırtınaları yaşamak istemiyorum artık.
- Aşk nedir, sevgi nedir?
Aşk fırtına, sevgi de meltem.
- Hayatınızda kaç kez aşık oldunuz?
Bilmem. Ama gerçek aşk var, bir de aşk zannettikleriniz var. Gerçek aşk insanın hayatında bir kere falandır herhalde. Onun dışındakiler, ‘Ayyy acaba aşık mıyım?’ deyip, sonradan aşık olmadığınızı anlarsınız. Benim de çok duygusal çalkantılı günlerim olmuştur.
- Nasıl bir erkek Sultan’ın gönlünü kazanabilir?
Her şeyden evvel dürüst, hayata doğru bakan biri olmalı. Yakışıklılık benim için çok önemli değil. Öyle bir karizması vardır ki dünya yakışıklısı gelir size. Şefkatli erkek isterim, sahiplenen, sadık biri olması lazım. Bir de romantik olması lazım.
- Mum ışığında yemek yemek gibi mi?
Yaaa, bana şiirler okuyacak... Ne kadar güzel olurdu. Biliyor musunuz, ben hiçbir zaman mum ışığında yemek yemedim.
- Filmlerde mum ışığında yemek yediniz ama?
Onlar filmdi. Filmlerde habire mum ışığında yemek yedim, ha ha ha... Ama gerçek hayatta yok. Üzücü tabii ki.
200 bin liraya tablom satıldı
- Ankara’da geçtiğimiz günlerde UNICEF adına düzenlenen bir davette ‘Şefkat’ adlı tablonuz 55 bin liraya satıldı. Benim merak ettiğim şu, resme merakınız nasıl ortaya çıktı?
Valla içten gelen aşk... Kimse beni resim yap diye görevlendirmedi. 12 yaşlarında falan başladı benim resim yapma arzum. Okulda resim derslerinde ilgimi çekti. Resimlerimin okulun duvarlarına asıldığını hatırlıyorum. Fatih Lisesi’ne giderken anneannemle, dedemin yanında kalıyordum. Onlar yaşlı karı koca, ders çalıştığımı zannediyorlardı ama ben defterimin içine beyaz resim kağıdı koyup resim yapıyordum. Mesela bir yerde otururum, hemen resim çizmek isterim. Karalamalarım vardır. Nazan, “Abla sen çok güzel resim yapıyorsun. Geliştirsene kendini” der. Bir kere Oray Taylan’ın atölyesine gittim, o da bir gün. Ondan sonra devam edemedim, atölyesini karşıya taşıdı falan. Belki devam etseydim bugün bayağı ilerletmiş olacaktım. Ondan sonra Atıf Bey’in (Atıf Yılmaz) bir resmini çizdim. Senaryo çalışırken çizdim o resmi. Bana ilk boyaları hediye eden Atıf Bey’dir zaten.
-İki sene evvel, ‘Baba Beni Okula Gönder’ kampanyası için yine bir tablo yaptınız o da 200 bin TL’ye satıldı değil mi?
Bağış olarak satılıyorsa, beş on tane daha tablo yapıp, gelirini de bir yere bağışlamak gibi bir düşüncem var. Böyle bir sergi açabilirim. Resim insanı çok dinlendiriyor. Bundan güzel bir şey olamaz. Her şeyi unutuyorsunuz. Bana da terapi gibi geliyor. Kendimi ifade etme şeklim. Bahçemdeki çam ağaçlarını çizmek istiyorum. İçimde duyguları dışarı yansıtıyorum. O renklerle oynamak çok başka bir şey...
- Resim yaparken en çok hangi renkleri kullanıyorsunuz?
Ben mavi hastasıyım.
KIZIM BAŞARILI BiR iŞ KADINI OLMAK İSTİYOR
- Kızınız Yağmur çalışıyor mu?
Yağmur işe gidiyor. Bir reklam şirketinde çalışıyor. Koç Üniversitesi’nde sosyoloji okudu. New York’ta medya yönetimi üstüne master yaptı.
- Gelecekteki hedefi nedir?
İş kadını olmak istiyor. Sabahları saat 8’de kalkıyor. ‘Bravo’ dedim. Annene çekmişsin.
- Kızınızın kalbini çalacak damat adayında ne gibi özelliklerin olmasını istersiniz?
Valla her şeyden evvel kızımı çok sevmesini isterim. Ondan emin olmak isterim. En doğru seçimi kendi yapacak. Ve beni de sevmesini isterim. İnşallah karşılıklı birbirimizi severiz.
- Torun özlemi çekiyor musunuz?
Yok, daha öyle bir şey hiç düşünmedim. Çünkü Yağmur’un sevgisi bana çok yetiyor.
- Yağmur’un size çok benzeyen bir yönü var mı?
Maalesef benim hiç sevmediğim bir huyumdur. Yağmur’a geçmiş. İnsanlara çok inanıyor. Ödü patlıyor karşısındaki insanı kıracak diye.. Yağmur da inanılmaz koca yürekli bir kız. Çok sevecen. Kendinden çok karşısındakini düşünüyor.
Eğitim şart ama önce yetenek
- Oyunculukta alaylı mı yoksa okullu mu olmak avantaj?
Eğitimli olsanız hiç de fena olmaz. Ben bugüne kadar içgüdülerimi kullanarak oyunculuğu keşfetmeye çalıştım. Ama o yıllarda zaten, sinema oyunculuğu eğitimi yoktu. Sırf eğitim yeterli değil; eğitim yetenekle birleştiği zaman süper oluyor. Ben hâlâ, ‘Oyuncuyum’ diyemiyorum. Çünkü, istediğiniz kadar eğitim alın oyunculuk sonsuz
- Türkan Şoray’ın tahtının bir varisi var mı?
Estağfurullah, taht diye bir şey yok. Osmanlı dönemindemiyiz ki taht olsun? Seyircimiz o kadar yüce yürekli ki birçok sanatçıya kalbinde yer vermiş. Herkesin yeri ayrı, kimse kimsenin yerini alamaz.
4 SAATLiK UYKUYLA SETE GiDiYORLAR
Bütün dizilere çok olumlu bakıyorum. Çünkü müthiş bir fedakarlık var. 18-20 saat çalışılıyor. Saat mefhumu yok, sürekli çalışılıyor. 4 saatlik uykuyla sete gidiyorlar. Bir de set çalışanlarını düşünün, onlar perişan. Ben bunları bildiğim için bütün dizileri severek izliyorum. ‘Karadağlı’yı seyrediyorum, ‘Öyle Bir Geçer Zaman ki’, ‘Muhteşem Yüzyıl’, ‘Fatmagül’ü seyrediyorum, ‘Lale Devri’ni seyrediyorum. Genç oyuncuların hepsi harika. Ayırım yapamam.
(YENI ROPORTAJ)
Türkan Şoray'ın acı itirafı
Türk sinemasının sultanı Türkan Şoray, romantik bir kadın olduğunu söyledi
13 Haziran 2011 / 11:56
Şoray “Filmlerimde defalarca mum ışığında yemek yedim. Ancak şu hayatta bir kere bile böyle romantik bir olay yaşamadım” dedi. 205 sinema filminde rol alan Türkan Şoray, bu alanda bir dünya rekorunun sahibidir. Elizabeth Taylor, Sophia Loren’den bile daha çok filmde oynayan Sultan, dünyanın en çok film çeviren kadın oyuncusudur. Yaşamını adeta sinemaya adayan ünlü yıldız şimdi sinema hayatını anlattığı bir kitap yazıyor. Bir yandan da Boğaz sırtlarındaki evinin terasına kurduğu tuval üzerinde birbirinden güzel resimler yapıyor. Tabloları, hayır kurumları yararına binlerce liraya satılan Türkan Şoray’la evinde, 5 çayı eşliğinde ikram ettiği birbirinden güzel pastaları, çörekleri yerken konuştuk.
RÖPORTAJ: Şebnem ÖZCAN
- Sinema hayatınızı anlatan bir kitap yazıyorsunuz, o ne aşamada?
Az kaldı, bitiyor. Yazdıkça yazmak istiyor insan. Eksik bir şey kalmasın istiyorum. Her şeyi anlatmaya çalışıyorum. Kamera önünde neler hissettim, bir oyuncu sette nasıl olmalı bu soruların cevaplarını bu kitapta verdim. Sette öğrendiklerimi yazdım. Set günü neyi gerektiriyorsa, ne bileyim hava kapandı sabırla bekleyeceksiniz. Benim bütün gün sıramı beklediğim çok olmuştur. Ağzımı açıp da gık’ım çıkmamıştır.
- Ama siz Türkan Şoray’sınız. Türkan Şoray sette bekletilir mi?
Niye bekletilmesin, şartlar onu gerektiriyorsa beklerim tabii. Nitekim bekledim de. Ama bu keyfi bir bekletme değildir hiçbir zaman. n Yazdığınız kitabın adı ne olacak? Sinema Benim Aşkım!
AŞK DEFTERiNi KAPATTIM
- Hayatınızda bir insan var mı?
Var, Yağmur. O kadar yetiyor ki benim hayatıma... Artık o defteri çoktan kapattım. Yalnız yaşamanın güzelliğini yaşıyorum. Belki bir evlilik falan diyorsunuz o da artık çok zor. Bir kere inanılmaz seçici oluyorsunuz bir yaştan sonra, beklentileriniz değişiyor. Daha genç yaşlarda insanın gözü daha kara oluyor. Huzurlu yaşamak istiyorum. Aşkın getireceği fırtınaları yaşamak istemiyorum artık.
- Aşk nedir, sevgi nedir?
Aşk fırtına, sevgi de meltem.
- Hayatınızda kaç kez aşık oldunuz?
Bilmem. Ama gerçek aşk var, bir de aşk zannettikleriniz var. Gerçek aşk insanın hayatında bir kere falandır herhalde. Onun dışındakiler, ‘Ayyy acaba aşık mıyım?’ deyip, sonradan aşık olmadığınızı anlarsınız. Benim de çok duygusal çalkantılı günlerim olmuştur.
- Nasıl bir erkek Sultan’ın gönlünü kazanabilir?
Her şeyden evvel dürüst, hayata doğru bakan biri olmalı. Yakışıklılık benim için çok önemli değil. Öyle bir karizması vardır ki dünya yakışıklısı gelir size. Şefkatli erkek isterim, sahiplenen, sadık biri olması lazım. Bir de romantik olması lazım.
- Mum ışığında yemek yemek gibi mi?
Yaaa, bana şiirler okuyacak... Ne kadar güzel olurdu. Biliyor musunuz, ben hiçbir zaman mum ışığında yemek yemedim.
- Filmlerde mum ışığında yemek yediniz ama?
Onlar filmdi. Filmlerde habire mum ışığında yemek yedim, ha ha ha... Ama gerçek hayatta yok. Üzücü tabii ki.
200 bin liraya tablom satıldı
- Ankara’da geçtiğimiz günlerde UNICEF adına düzenlenen bir davette ‘Şefkat’ adlı tablonuz 55 bin liraya satıldı. Benim merak ettiğim şu, resme merakınız nasıl ortaya çıktı?
Valla içten gelen aşk... Kimse beni resim yap diye görevlendirmedi. 12 yaşlarında falan başladı benim resim yapma arzum. Okulda resim derslerinde ilgimi çekti. Resimlerimin okulun duvarlarına asıldığını hatırlıyorum. Fatih Lisesi’ne giderken anneannemle, dedemin yanında kalıyordum. Onlar yaşlı karı koca, ders çalıştığımı zannediyorlardı ama ben defterimin içine beyaz resim kağıdı koyup resim yapıyordum. Mesela bir yerde otururum, hemen resim çizmek isterim. Karalamalarım vardır. Nazan, “Abla sen çok güzel resim yapıyorsun. Geliştirsene kendini” der. Bir kere Oray Taylan’ın atölyesine gittim, o da bir gün. Ondan sonra devam edemedim, atölyesini karşıya taşıdı falan. Belki devam etseydim bugün bayağı ilerletmiş olacaktım. Ondan sonra Atıf Bey’in (Atıf Yılmaz) bir resmini çizdim. Senaryo çalışırken çizdim o resmi. Bana ilk boyaları hediye eden Atıf Bey’dir zaten.
-İki sene evvel, ‘Baba Beni Okula Gönder’ kampanyası için yine bir tablo yaptınız o da 200 bin TL’ye satıldı değil mi?
Bağış olarak satılıyorsa, beş on tane daha tablo yapıp, gelirini de bir yere bağışlamak gibi bir düşüncem var. Böyle bir sergi açabilirim. Resim insanı çok dinlendiriyor. Bundan güzel bir şey olamaz. Her şeyi unutuyorsunuz. Bana da terapi gibi geliyor. Kendimi ifade etme şeklim. Bahçemdeki çam ağaçlarını çizmek istiyorum. İçimde duyguları dışarı yansıtıyorum. O renklerle oynamak çok başka bir şey...
- Resim yaparken en çok hangi renkleri kullanıyorsunuz?
Ben mavi hastasıyım.
KIZIM BAŞARILI BiR iŞ KADINI OLMAK İSTİYOR
- Kızınız Yağmur çalışıyor mu?
Yağmur işe gidiyor. Bir reklam şirketinde çalışıyor. Koç Üniversitesi’nde sosyoloji okudu. New York’ta medya yönetimi üstüne master yaptı.
- Gelecekteki hedefi nedir?
İş kadını olmak istiyor. Sabahları saat 8’de kalkıyor. ‘Bravo’ dedim. Annene çekmişsin.
- Kızınızın kalbini çalacak damat adayında ne gibi özelliklerin olmasını istersiniz?
Valla her şeyden evvel kızımı çok sevmesini isterim. Ondan emin olmak isterim. En doğru seçimi kendi yapacak. Ve beni de sevmesini isterim. İnşallah karşılıklı birbirimizi severiz.
- Torun özlemi çekiyor musunuz?
Yok, daha öyle bir şey hiç düşünmedim. Çünkü Yağmur’un sevgisi bana çok yetiyor.
- Yağmur’un size çok benzeyen bir yönü var mı?
Maalesef benim hiç sevmediğim bir huyumdur. Yağmur’a geçmiş. İnsanlara çok inanıyor. Ödü patlıyor karşısındaki insanı kıracak diye.. Yağmur da inanılmaz koca yürekli bir kız. Çok sevecen. Kendinden çok karşısındakini düşünüyor.
Eğitim şart ama önce yetenek
- Oyunculukta alaylı mı yoksa okullu mu olmak avantaj?
Eğitimli olsanız hiç de fena olmaz. Ben bugüne kadar içgüdülerimi kullanarak oyunculuğu keşfetmeye çalıştım. Ama o yıllarda zaten, sinema oyunculuğu eğitimi yoktu. Sırf eğitim yeterli değil; eğitim yetenekle birleştiği zaman süper oluyor. Ben hâlâ, ‘Oyuncuyum’ diyemiyorum. Çünkü, istediğiniz kadar eğitim alın oyunculuk sonsuz
- Türkan Şoray’ın tahtının bir varisi var mı?
Estağfurullah, taht diye bir şey yok. Osmanlı dönemindemiyiz ki taht olsun? Seyircimiz o kadar yüce yürekli ki birçok sanatçıya kalbinde yer vermiş. Herkesin yeri ayrı, kimse kimsenin yerini alamaz.
4 SAATLiK UYKUYLA SETE GiDiYORLAR
Bütün dizilere çok olumlu bakıyorum. Çünkü müthiş bir fedakarlık var. 18-20 saat çalışılıyor. Saat mefhumu yok, sürekli çalışılıyor. 4 saatlik uykuyla sete gidiyorlar. Bir de set çalışanlarını düşünün, onlar perişan. Ben bunları bildiğim için bütün dizileri severek izliyorum. ‘Karadağlı’yı seyrediyorum, ‘Öyle Bir Geçer Zaman ki’, ‘Muhteşem Yüzyıl’, ‘Fatmagül’ü seyrediyorum, ‘Lale Devri’ni seyrediyorum. Genç oyuncuların hepsi harika. Ayırım yapamam.
(YENI ROPORTAJ)
Sultan sahneye çıkmak istiyor
Bir etkinlikte hayranlarının sorularını yanıtlayan Türkan Şoray, yıllardır albüm yapmanın hayalini kurduğunu söyledi: "Atilla Özdemiroğlu ile birkaç kez stüdyoya girmiştik, üstelik besteler de hazırdı ama Atilla üstünde durmadı ve olmadı!"
Kısa bir süre önce Koton markasıyla işbirliğine girerek modaya el atan Türk sinemasının 'Sultan'ı Türkan Şoray, kendi adına hazırlanan koleksiyonla beğeni toplamıştı. 'Sultan', önceki gün Koton mağazasının Ayazağa şubesinde düzenlenen bir etkinlikle hayranlarıyla buluştu. Facebook'tan canlı bağlantıyla hayranlarının sorularını yanıtlayan ünlü oyuncu, samimi açıklamalarda bulundu. İşte Şoray'ın anlattıkları..
TATLIYIMDIR!
Senaryo yazmak çok önemli, bir filmin temeli senaryo. Ben hikaye üretebiliyorum ama senaryo yazamıyorum çünkü sıkılıyorum. Senaryo yazsam bir aşk senaryosu, bir de kadınları ve insanlık hallerini anlatan bir filmin senaryosunu yazardım.
Nurgül Yeşilçay'ın oyunculuğunu tarif edemem. İnanılmaz, iç güdüsel, doğal ve gürül gürül bir oyunculuğu var. Müthiş bir yetenek. İleride Türk sinemasında dışarıya açılacak bir oyuncu, önü bence çok açık.
(Bir hayranının "Çok tatlısınız" demesi üzerine) Evet, tatlıyımdır. Sade, doğal ve olduğum gibiyim. Hırsınız yoksa ve kendinizle barışıksanız içinizi dışarıya böyle yansıtırsınız. Beni mütevazı bulmanız da çok güzel. Siz beni gönül gözüyle gördüğünüz için çok güzel buluyorsunuz halbuki ben normal güzelim.
Resim yaparken çok mutlu oluyorum. UNICEF adına resme başladım
ÖNCE EĞİTİMİNİ ALIN
Aslında yıllardır hayalimde olan birşey vardı; o da şarkı söylemek. Ama hiç gerçekleştiremedim. Şarkı söylemeyi çok seviyorum, bir-iki kez Atilla Özdemiroğlu ile çalıştık, stüdyoya girdik. Benim için besteler bulundu, her şey hazırdı ama olmadı. Belki Atilla Özdemiroğlu pek üstünde durmadı ama hep benim yıllardır hayal ettiğim birşeydir, bir konser vermek ya da bir albüm çıkarmak. Belki bu yıl bu proje de gerçekleşecek.
Sinema oyuncusu olmak isteyenlere tavsiyem; ilk önce bunun eğitimini alın, sonra da bu işi aşkla ve sevgiyle yapın. Onu bir yaşam biçimi haline getirin.
O kadar çok iş kazası geçirdim ki. Bütün bunları kitap olarak yazıyorum. Burada anlatmayayım, kitapta okuyun olur mu?
MAKYAJ SIRRIM YOK
Belli bir makyaj sırrım yok. Hanımlar gözlerini boyamayı sever, ben de makyaj da gözlerimi ön plana çıkartmayı severim. Ayrıca kıpkırmızı bir ruj süremem. Modayı da takip ederim ama daha çok moda olanı değil kendime yakışanı giyerim."
YILLAR SONRA BÜYÜDÜĞÜ YERDE
Eyüp Halk Bahçe Sineması, 30 yıl aradan sonra, Eyüp Dostları Vakfı tarafından önceki akşam düzenlenen bir gala ile tekrar perdesini açtı. Onur konuğu Türkan Şoray, sinemaya girişiyle dakikalarca ayakta alkışlandı. Gala gecesine katılan Eyüplüler, Şoray'ı, 'Eyüplü Sultan' tezahüratlarıyla karşıladı. Doğduğu ve büyüdüğü semti gezen ünlü sanatçı, kendisine gösterilen sevgi ve coşkunun sonucunda çok duygulandı. Türkan Şoray'a gecede bir de teşekkür plaketi verildi.
(RÖPORTAJ 1)
Türkan Şoray, yıllar önce bir yangında yok olan aile şeceresini yeniden yapıyor. Ailesinin Kuzey Kafkasya'dan yola çıkıp, İstanbul'da sonlandırdığı yolculukları hakkında 'heyecan verici' bilgiler edinen Şoray ile köklerini konuştuk... Bu arada laf siyasete de geldi!
Vildan Yamanoğlu-- Güzelliğinizin nedeni köklerinizde saklıymış. Kafkas Dernekleri Federasyonu'nun Ocak 2005'te basılan 'Biz Çerkesler' adlı kitabında Çerkez film sanatçıları kategorisinde varsınız; yani Türkan Şoray 'Çerkez Sultan'... (Gülüyor...)
Türkan Şoray: Teşekkür ederim. Evet, biz Çerkez'iz. Kuzey Kafkaslar'daki Kabartay Çerkezleri'ndeniz. (Kabartay Balkar Cumhuriyeti; Çeçenistan'a 50 kilometre mesafede) Sizin de dediğiniz gibi Çerkez kadınları güzellikleriyle meşhurdur. Benim de Çerkez olduğum güzelliğimden belli değil mi zaten?
ŞECEREMİZ YILLAR ÖNCE YANDI
Vildan Yamanoğlu-- Kabartay Çerkez'iyim dediniz. Kökeninizle ilgili başka neler biliyorsunuz?
Türkan Şoray: Annemin babası Selanikli. Baba tarafım ise Kafkasya'dan gelme. Kuzey Kafkasya'dan 1800'lü yılların sonlarında gelmişiz. Göç sırasında bir kısmımız Anadolu'ya yerleşmiş. Büyükbabam Murat Şoray, milli mücadele yıllarında subaydı; Atatürk'ün askerlerindendi. Hatta ay-yıldızlı kılıcı bende saklıdır.
Vildan Yamanoğlu-- 'Biz Çerkesler' adlı kitapta yer aldığınızdan haberiniz var mıydı?
Türkan Şoray: Evet. Zaten soy ağacı araştırmalarımız sırasında biz de aile olarak Kafkas Dernekleri Federasyonu ile irtibata geçmiştik. Kendileri çok ilginç bilgiler edinmemize yardımcı oldu.
Vildan Yamanoğlu-- Ne zamandır soy ağacı yapmakla ilgileniyorsunuz?
Türkan Şoray: Aslında amcamın evinde şecere vardı. Eski Türkçe yazılı, mumlu, zincirli bir şeydi, duvara asılıydı. Ancak amcamın vefatından sonra maalesef ki bir yangında bunların hepsi yok oldu. Eğer o şecere yanmasıydı; köklerimizi detaylı olarak bilecektik. "İlk nereden geldik?" sorusu benim hep aklımdaydı. Bu yüzden yeniden bir soy ağacı yapmak için uğraşıyorum. Uğraştıkça hoşuma gidiyor. Büyükannemin yani babamın babasının annesinin adı Goşehan'mış mesela. Tam bir Kafkas adı ve 'hanların gelini' demek. İşte böyle hoş şeyler öğreniyorum araştırdıkça.
Vildan Yamanoğlu-- Büyükannelerin, dedelerin dizinin dibinde dinlenen eski dönem hikayeleri vardır. Hatırladığınız böyle hikayeler var mı?
Türkan Şoray: Çok küçük yaşlarda annemle babam ayrıldığı için ben biraz baba tarafına uzak kaldım. Kardeşim babamın ailesiyle oldu. Ne kadarı doğru bilmiyorum ama büyükanne saraya gidermiş, müzik öğretmeniymiş.
Vildan Yamanoğlu-- Filmlerinizde hiç Çerkez kızını canlandırdınız mı? Malum, pek çok kez çingene kızı oldunuz.
Türkan Şoray: Hiç Çerkez kızı olmadım filmlerimde. Ama birçok kez çingene kızını severek oynadım. O filmlerim çok başarılı oldu; o filmlerde çok sevildim. Zaten Roman kardeşlerimizi çok seviyorum. O kadar renkli ve sevimli insanlar ki... Dünya görüşleri, hayata güzel bakışları, müzikle iç içe yaşamaları çok hoş.
Vildan Yamanoğlu-- Mustafa Aksu'nun 'Türkiye'de Çingene Olmak' adlı kitabında çingene olduğunuz iddia edilmişti...
Türkan Şoray: Kitabı okudum... Romanların kimlik savaşı verdiklerini anlatıyor. Mücadelelerine saygı duydum. Ve evet benim adım da geçmiş. Oynadığım çingene kızı rolleriyle o kadar sevildim ki; beni kendilerinden görüyorlar. Bu çok güzel bir şey ama n'apiiim, ben Çerkez'im... (Gülüyor) Hem zaten Çerkez'i, Rum'u, Kürt'ü, Laz'ı hepimiz bir bütünüz. Aynı topraklarda yaşıyoruz, herkes eşit.
KARAGÜMRÜK ÖYKÜSÜ...
Vildan Yamanoğlu-- Bu yanılsamanın sebebi sadece oynadığınız çingene kızı rolleri mi?
Türkan Şoray: Sanırım. Bir de tabii bana Karagümrüklü denir hep. (Gülüyor) Yıllardır böyle bu. Oysa ben Eyüp kütüğüne kayıtlıyım.
Vildan Yamanoğlu-- Peki nereden kaynaklanıyor bu yanlış kanı?
Türkan Şoray: Bir yıl Karagümrük'te oturduk. Çünkü annem ile babam ayrıldı ve Fatih'te oturan dedeme yakın olmak için annem Karagümrük'ten ev tuttu. O zaman daha 13 yaşındayım. Cumartesi ve pazar günleri annemin yanına gidiyordum, diğer günler dedemin yanındaydım ve Fatih Kız Lisesi'ne devam ediyordum. Annemin ev sahibinin kızı, Emel Yıldız da filmlerde yer alıyordu. Bir gün beni sete götürdü ve ondan sonra ben artist oldum. Ne oldu? Ben Karagümrük'ten artist çıktım gibi oldu. Karagümrük'e Roman kızı rolleri de eklenince bu yanılsama oldu sanırım. Ama dediğim gibi, ben Çerkez'im, gerçek bu!
Vildan Yamanoğlu-- Peki, diğer aile büyükleriniz kimler?
Türkan Şoray: Büyükbabam, milli mücadele yıllarında İstanbul Rami Kışlası'nda yüzbaşı olarak görev yapmış bir subay; Atatürk'ün askerlerindendi. Halam Nadire Varlı öğretmen emeklisi, amcam Rıdvan Şoray Eyüp Halk Partisi Gençlik Kolları Başkanı'ydı. Diğer amcam Adil Şoray, emniyet amirliği yaptı. Babam Mirat Halit Şoray da emniyet mensubuydu.
VİLDAN YAMANOĞLU / MAGAZİN –SABAH GAZETESİ
(RÖPORTAJ 2 )
Türk Sineması'nın sultanı Türkan Şoray, ilginç açıklamalarda bulundu.
Hafta Sonu dergisine konuşan Türk Sineması'nın sultanı Türkan Şoray, karar arifesinde olduğu "Kartallar Yüksek Uçar" dizisindeki 'Hanımağa' rolünden sağlığına, kızı Yağmur'dan yazdığı kitaba kadar birçok konuda açıklamalar yaptı. Ünlü oyuncu, "Kamera benim stres ilacım. Onun önüne geçince, başım ağrısa bile unutuyorum. Belki ölsem bile hiç acı çekmeyeceğim orada..." dedi.
n Öncelikle "Kartallar Yüksek Uçar" dizisini konuşalım. Çünkü yıllar önce Selda Alkor’un canlandırdığı ’Hanımağa’ rolünü bu kez sizin oynayacağınız söylendi. Sadri Alışık’ın canlandırdığı ’Banazlı İsmail’ rolü de Kadir İnanır’ın olacak. Gelişmeler ne durumda?
- Böyle bir teklif geldi. Ancak şu an size kesin olarak bir şey söylemem mümkün değil.
Siz diziyi izlemiş miydiniz?
- Elbette izlemiştim. Benim en çok sevdiğim dizilerden birisidir o.
’Hanımağa’ rolünü sevmiş miydiniz?
- Attila İlhan’ın yarattığı karakterlerin her biri güzeldir. Hanımağa karakteri de çok hoştu.
Sinemada ’Hanımağa’ karakterine yakın roller oynadınız mı?
- O rol çizgisinde olan karakterleri canlandırdığım da oldu. Kimi zaman silah çeken, yumruk atan, erkek gibi kadın rollerim de oldu.
Sizin özel hayatınızda çok nahif, heyecanlı ve kırılgan bir görünümünüz var...
Evet, çok heyecanlı bir yapım var. Örneğin telefon çaldığı zaman bile kalbim küt küt atıyor. Elimde değil, bunu aşamıyorum ama kendimi ikna ederek biraz bu durumu azalttım. Mesela, bir yere gideceğim, bir randevuya
yetişeceğim zaman hemen heyecanlanırım, ellerim titremeye başlar. Tedavisi de yok bunun. Bu yapımı herkes bilir. Aşırı duygusallıktan olan bir şey. Her şeyi kafama çok takarım. Bu durum da bünyemi yıpratıyor.
Ama filmlerde başka bir kadın oluyorsunuz...
- Kameralar önünde özel hayatımdaki çekingenliğim ve streslerim bir anda yok oluyor. Kamera benim stres ilacım aslında. Onun önüne geçince, başım ağrısa bile unutuyorum. Belki ölsem bile hiç acı çekmeyeceğim orada.
Allah korusun...
- Yıllar önce birisi "Türkan Hanım siz kamerayla flört ediyorsunuz" demişti. Doğru. Kamera görünce kendimi kaybediyorum.
Bugüne kadar kim bilir kaç siyasi parti sizin kapınızı çalmıştır.
- Özel hayatımda tabii ki taraftarı olduğum futbol takımı da olabilir, oy verdiğim siyasi parti de. Ama Türkan Şoray olarak ortaya çıkıp bunu yapmayı uygun bulmuyorum. Her kesimden hayranım var. Onları küstürmek istemem.
ŞİMDİ ÖLÜMDEN KORKUYORUM
Küstürmek deyince aklıma geldi. Ana-kız arasında zaman zaman küskünlükler oluyor mu?
- Yağmur son derece iyi kalpli, merhametli bir kız. Zaman zaman anne-kız olarak ters düştüğümüz konular, fikirler oluyor elbette. Kuşak farklılığı var çünkü. Ama biz bunları fazla büyütmüyoruz.
Yağmur şimdi eğitimini tamamladı mı?
- Bir yılı daha var. Reklam ve televizyon arasında gidip geliyor. Bir tercih yapması gerekiyor. Beyaz Öztürk’ün programı "Beyaz Show"da staj yaptı Yağmur. Dilerim bundan sonra bir an önce hayata atılır.
Dünün Türkan Şoray’ı ile günümüzün Türkan Şoray’ı arasında ne gibi farklar var?
- Artık hayata sürekli pozitif bakmaya çalışıyorum. İnsan belli bir yaştan sonra daha farklı oluyor. Her şeyin bir sonu olduğu gerçeğine varıyorsunuz. O zaman da yaşadığınız her an değerli oluyor.
Yağmur’un dünyaya gelişiyle de hayata bakışınız değişmiştir mutlaka...
- Yağmur’dan önceki Türkan’la sonraki Türkan çok farklı. Yağmur dünyaya gelmeden önce ölümden korkmazdım.
Peki şimdi?
- Şimdi ölümden korkuyorum. Uçağa bile korkarak biniyorum. Sağlığıma daha çok dikkat ediyorum. Yağmur’un sorumluluğunu hücrelerimde bile hissediyorum. Onun yanında olmalıyım.
Hayatımı yazıyorum
Hayatınız bugüne kadar birkaç kez kitap haline getirildi, ama şüphe yok ki en doğrusu ve ayrıntılısı sizin yazacaklarınız olur...
- Uzunca bir zamandan beri hayatımı yazmaya başladım. Ancak yayımlanmasına daha var. İnsan yazmaya başlayınca akıl almaz bir şekilde geçmişi hatırlamaya başlıyor. Öyle ayrıntılar geliyor ki aklıma, kendime şaşıyorum.
Türkan Hanım, "Cemo" filminde attan düştüğünüzde komaya girmiştiniz. Çok şükür hasarsız atlattınız o kazayı. Onun dışında siz sağlık sorunlarıyla pek gündeme gelmediniz hiç. Genleriniz sağlam galiba...
- Baba tarafım Kafkasyalı, Çerkez. Baba tarafımda çok uzun yaşayanlar var. Ancak babamı ne yazık ki, erken yaşta kaybettik. Anne tarafımın ve annemin de genleri çok sağlam. Uzun süre anne sütüyle beslenmişim. Ben anne sütünün mucizevi etkisine inanıyorum.
(RÖPORTAJ 3)
Evinin kapısını D-Smart dergisine açan Türkan Şoray, "Aşkın tarifini nasıl yaparsınız" sorusuna, "Mutlu aşk yoktur diyorum ben. Elma şekeri misali... Elma şekerini yersiniz, önce tatlı gelir, sonra sapı elinizde kalır" yanıtını verdi.
Türkan Şoray... İri siyah gözleri, sımsıcak gülümseyişi, kuralları, duruşu ve samimiyetiyle sadece Türk sinemasının değil gönüllerin de sultanı o... Yalnızca dizi ve film projelerinde kendini gösteren, özel hayatını her daim meraklı gözlerden uzak tutan "Sultan", evinin kapılarını sonunda D-Smart dergisine açtı. Sanatçı, bu çok özel buluşmada hayatına dair pek çok bilinmeyeni de bir bir anlattı.
- Eski Yeşilçam’ı, o dönemin oyunculuk ortamını özlüyor musunuz hiç?
- Yeşilçam demeyelim de sinemada geçmiş yılları özlüyorum tabii. Çünkü halkın tek eğlencesi sinemaydı o dönem ve üretim çok fazlaydı. Mesleğimi çok seviyorum. Çalıştığım zaman, setlerde olduğum zaman yaşadığımı hissediyorum. O zaman hep böyle içim pırpırlaşıyor. 12 ayın her günü çalışsam şikáyet etmem. O kadar seviyorum mesleğimi. O yıllarda, o imkánımız vardı, yılda 200 film çekiliyordu. Şimdi bu kadar az film çekildiği için kendimi sudan çıkmış balık gibi hissediyorum. Başka şeylerle oyalanıyorum falan ama beni tatmin etmiyor. O yorucu çalışmaları, uykusuzlukları, heyecanları çok seviyorum.
Dizi oyunculuğu ile sinema oyunculuğu farklı mı sizin için?
Kaynak: ForumPaylas.net [Üye Olmadan Linkleri Göremezsiniz. Üye Olmak için TIKLAYIN...]
- Aslında tabii oyunculuk ikisi de... Dizilere de çok önem veriliyor şimdi, bir yerde artık beyazperde beyazcama taşındı gibi bir şey. Sinema farklı bir şey. İsteyerek, seçerek gidiliyor sinemaya. Onun için de çok daha üzerinde durarak yapabiliyorsunuz, o şansı var sinema filminin. Diziler sürekli tüketim olduğu için, senaryosuna o kadar bakamıyorsunuz, çok yorgun oluyorsunuz falan. Ve de biliyorsunuz, diziler hemen unutuluyor. Ama sinema öyle değil, sinema kalıcı. Mesela bizim "Selvi Boylum Al Yazmalım" hálá izleniyor, hálá dillerde.
Söz "Selvi Boylum Al Yazmalım"dan açılmışken soralım hemen. Neydi o filmin büyüsü sizce? Neden bu kadar çok sevildi?
- Çok güzel bir aşk öyküsü her şeyden önce. Aytmatov’un çok kalıcı ve köklü bir eseri. Yönetmen, dünyanın en iyi yönetmeni Atıf Yılmaz, mekán Adana ve o doğal güzellikler... Senaryosunda Ali Özgentürk harikalar yaratmış. Oyuncular tam karakterlere uymuş. Kameramanı, setçisi... Sonra müzik... Hepimiz çok inandığımız ve sevdiğimiz için ruhumuzu verdik herhalde. Böyle hepsi bir araya gelince büyülü bir hava çıktı ortaya.
Türk Sineması’nın sultanısınız. Bu unvanı size halk verdi. Peki zor olmadı mı taşımak bunu yıllarca?
- Tanınmanın, şöhretin benim için anlamı, toplumda saygı görmek ve sevilmek. Bu, Tanrı’nın bana bir lütfu. O yönüyle beni Türkan Şoray olmak çok mutlu ediyor. Ve ben bunu hiçbir zaman bir yük olarak görmüyorum. Bu bana çok büyük bir sorumluluk getiriyor. Nedir o sorumluluk? "Bizi yanıltmadınız" diyorlar mesela, "Hayattaki duruşunuzla ve davranışınızla belli bir çizgiyi hep korudunuz". İnsanlar beni kalplerinde bir yerlere koyduysa, hep orada kalmak benim için çok önemli. Orada kalmanın sorumluluğu ağır olabilir belki ama ben bu ağırlığı seve seve kaldırmaya gönüllüyüm.
Sinemaya başladığınız dönemden bugüne neler değişti?
- Türk Sineması’nda çok yıllar önce yapılmış o kadar güzel filmler vardır ki. Mesela bir "Otobüs Yolcuları", bir "Acı Hayat", "Sevmek Zamanı"... Türk sineması tabii çağın anlayışına göre değişiyor, ama klasik anlamda bir Türk sineması... O zamanlar Türk sineması kendi yağıyla kavruluyordu, hiçbir yapımcı "Bu filmi alayım da, yurtdışında bir festivale götüreyim" demiyordu. O filmler şimdi yapılmış olsaydı, yurtdışında hepsi ödül alırdı. Tamam, şimdi genç yönetmenler var, hepsi çok iyi, kendi özgün senaryolarıyla geliyorlar, daha özgür bakıyorlar. Ama o yıllarda, bütün teknik ve parasal imkánsızlıklara, sansüre rağmen o filmler yapılabilmişse, bu büyük bir başarıdır bence.
Yönetmenlik koltuğuna oturmaya hazırlanıyorsunuz galiba...
- Evet, daha öncekilerde hem yönetmenlik hem oyunculuk yapmıştım. Bu defa sadece yönetmenliği denemek istiyorum. Yazar Erendiz Atasü’nün "Kadınlar da Vardır" adlı kitabından bir kadın hikayesi. İki kadının yaşam içindeki serüvenini ve kadın dayanışmasını anlatan hoş bir hikáye. Şu anda senaryosu yazılıyor.
Genç yönetmenlerden kimleri beğeniyorsunuz?
- Son yıllarda çok beğendiğim genç yönetmenler var. Mesela Nuri Bilge Ceylan’ın başarısı hepimizin göğsünü kabarttı. Ben televizyonun karşısında hüngür hüngür ağladım onu izlerken. Yani hepsi sinemaya çok aşıklar, sinema tutkuları var ve kişisel sinemalarını yapıyorlar. Yıllar önce yapılan filmlerde de belli bir dil oluşturulmaya çalışıldı ama genel bir anlatım dili vardı Türk sinemasının. Şimdi her yönetmen kendi kişisel, özgün sinemasını geliştiriyor.
Hayatınızdaki dönüm noktaları nelerdir?
- Sinemaya başlamam ve tabii ki kızımın doğumu...
Anne olmak sizi nasıl değiştirdi?
- Hayata farklı bakmaya başlıyorsunuz anne olduğunuz zaman. Daha hoşgörülü oluyorsunuz, hayata daha çok asılıyorsunuz. Ben mesela anne olmadan önce hiç ölümü falan düşünmezdim, uçağa biner, oradan oraya giderdim. Şimdi sağlığıma daha dikkat etmeye çalışıyorum, uçaktan korkuyorum. Ve de hayatta daha başarılı olayım, kızım benimle iftihar etsin istiyorum. Hayatımı daha anlamlı kıldı anne olmak. Sinemaydı sırf yaşantım, şimdi sinema ve kızım oldu.
Anne-kız birlikte en çok ne yapmaktan hoşlanıyorsunuz?
- Her şey... Birlikte olduktan sonra her şeyi güzel hale getiriyoruz.
Onun için hayaliniz ne?
- Her şeyden önce çok iyi bir tahsil almasını hayal etmiştim, o gerçekleşti. Her anne-babada vardır, kendi yapamadıklarını çocukları yapsın isterler. Dört dörtlük yetişsin istedim, Allah’a çok şükür hepsi gerçekleşti. Şimdiki hayalim de çok başarılı bir iş kadını olması. Bir de mutlu olması tabii.
Yaşam bana dingin olmayı öğretti
En çok neler canınızı acıtıyor bu ülkede?
- Çok şey insanın canını acıtıyor bu ülkede... Bir kere sanatçı duyarlılığınız var, ister istemez antenleriniz açık oluyor çevreye, yaşama, bu evin dışında yaşananlara karşı... Beni her şeyden önce insanların eşit şartlarda yaşamaması çok yaralıyor, üzüyor. Çocuğuna ekmek götüremediği için köprüden atlayan insanların olduğu bir ülkede yaşıyoruz.
Yaşam size ne öğretti?
- Yaşam bana her şeyin geçici olduğunu öğretti. En güzel şeyler de geçiyor, en acı şeyler de... Daha bir dingin, tevekküllü ve kaderci olmayı öğretti. Ama bu demek değil ki mücadeleci yanımı yok etti, sadece hırslarımı törpüledi.
(RÖPORTAJ 4)
TÜRKAN ŞORAY CİHAN ÜNAL'IN ELİNİ NİÇİN ÖPÜYOR
Türk sinemasının Sultanı Türkan Şoray, bugüne kadar basından uzak tuttuğu kızı Yağmur Ünal'la ilk kez bir röportaj verdi. 'Şoray Kanunları'nın bir defalığına yıkılmasını sağlayan ise 'Anneler Günü' oldu. Şoray ve Ünal iki kişilik dünyalarını ilk kez paylaştı.
14 Mayıs 2006 Pazar 10:48
Türk
sinemasının Sultanı Türkan Şoray, bugüne kadar basından uzak tuttuğu kızı Yağmur Ünal'la
ilk kez bir röportaj verdi. 'Şoray Kanunları'nın bir defalığına yıkılmasını sağlayan ise 'Anneler Günü' oldu. Şoray ve Ünal iki kişilik
dünyalarını
ilk kez paylaştı.
Türkan Şoray
"Üçümüz kutlama için bir araya geldiğimizde Cihan (Ünal) bana hep 'Öp elimi. Ben olmasaydım, Yağmur hayatında olmayacaktı,' diyor. Ben de her seferinde,
rahatlıkla 'Sağol canım, çok teşekkür ederim,' diyerek öpüyorum.
Yağmur Ünal
"Herkes öyle düşünse de annemin bir daha evlilik yapmamasında ben etkili olmadım. Ben annemin evlenmesini hep istedim. Hâlâ da isterim.
Sevgilisinin olmasına karşı çıksaydım bu, egoistçe bir sevgi olurdu. "
'Kızımı bana verdiği için Cihan'ın ellerini bile öperim'
Türkan Şoray, kızı Yağmur ve kızının babası Cihan Ünal'la ilgili çok ilginç bir ritüeli,
ilk kez açıkladı: "
Özel günlerde ben Yağmur'a hayranlıkla bakınca Cihan hemen elini uzatıyor, 'Öp elimi. Ben olmasaydım hayatında Yağmur olmayacaktı,' diyor. Ben de her seferinde itirazsız 'Canım sağol, çok teşekkür ederim,' diyerek elini öpüyorum".
Röportaja gittiğim hiçkimse, bana böylesine tesir etmemiştir. Aslında 'bize' demeliyim çünkü röportajdan çıktıktan sonra Sinan (Akyüz) ve ben gördüğümüz herkese onu anlattık. Ne kadar güzel olduğunu, bizi nasıl da büyülediğini, aynı
filmlerdeki gibi baktığını, röportajı bir sevgi yumağı halinde yaptığımızı... Hiç de abartmıyorum. Diyebilirim ki 'Anneler Günü' bu kez bize yaradı! Türkan Şoray basında fazlaca yer almasını istemediği kızıyla '
ilk röportajı'nı, bu münasebetle verdi.
- Gözlerinizi kapatıp Yağmur'u düşündüğünüzde hissettiğiniz şey? Bir koku, kelime,
görüntü?
Türkan Şoray: Çocukluğundan beri hep kollarını açıp şöyle bir sarılır. Evet, gözlerimi kapadığım an hissettiğim şey o sıcaklık.
- Eve geç geldiği için annesinden dayak yiyen
genç kız, size neyi hatırlatıyor?
T.Ş: (Gülüyor) O zamanlar çok kızıyordum anneme. Şimdi çok hak veriyorum. İnsanın yavrusunu nasıl merak ettiğini şimdi anladım. Okuldan biraz geç kalırdım, bir bakardım annem yolun başında, ellerini beline koymuş beni bekliyor. Çaresiz ona doğru yürürdüm, başıma
gelecekleri bile bile. Kaçamam da. Süklüm püklüm gider dayak yerdim. Koca kızken, 17 yaşında bile sokak ortasında evire çevire dövmüştür beni.
- O
genç kız nasıl bir anne oluyor?
T.Ş: Tabii ki ben çok daha farklı bir anne oldum. Annemde kızdığım şeyleri yapmamaya çalıştım. Annem benimle o
arkadaşlığı kuramadı. O yüzden ben ondan çok şeyi saklardım. O da benim bazı yanlışlar yapmama neden oldu. Bunu bildiğim için Yağmur'la
arkadaş olmaya çalıştım. Ben kendime 'manyak anne' diyorum. Kızıma belki fazlaca düşkünüm. Çok şükür şimdi
cep
telefonları var. Yağmur'un her saniyesini, nereye gidiyor, okuldan kaçta çıktı, trafik nasıl, hepsini öğreniyorum... Aşırı
korumacılık duygusu var bende.
- Sizin kızınızla kurduğunuz bu
dünyada egoizm yok mu biraz?
T.Ş: Allah korusun, bir başkasını benden çok severse bilemiyorum ne yaparım! Herhalde yapacağım tek şey küsmek olur. Egoistlik derken... Onun sınırını
korumaya çalışıyorum. Benim yaşamımda artık aşk ilişkileri, şunlar bunlar olmadığından, sadece Yağmur var. Bu onu bağlasın, ona bir sorumluluk yüklesin de istemiyorum. Ben böyle mutluyum ve bu benim tercihim. Ama ondan sırf benim için yaşamasını bekleyemem.
- Sizin yaşamınızda Türkan Şoray kimliği o kadar baskın ki bu
dünyada Yağmur'a nasıl bir yer açtınız?
T.Ş: Hiç unutmuyorum, Ankara'da oturuyoruz. Ben bin kilo olmuşum. Saçım başım tepeden toplanmış, üzerimde uyduruk bir kıyafet. Misafirler bahçede oturuyorlar. Yağmur kucağımda, salondan geçerken bir an televizyona takıldı gözüm.
Filmdeki Türkan'la göz göze geldim. İncecik, güzel Türkan dans ediyor. Bir an kendime baktım. Korkunç vaziyetteyim. O müthiş bir andı.
Film sahnesi gibi bir şeydi.
- Sanatçı egonuza ağır gelmedi mi bu?
T.Ş: Bambaşka bir
dünyaya geçmiştim. Sanki ben hiç
film yıldızı olmamışım, doğduğumdan beri Ankara'da yaşayan bir
ev kadınıyım. Ütü yapıyorum, çocuk altı değiştiriyorum. Bundan hiçbir
rahatsızlık duymadığım gibi,
ev kadını olmanın da
tadını çıkardım. İyi ki onu da yaşadım. Benim için Yağmur'un doğumu milattan öncesi ve sonrasıdır.
- Annelik mi, Türkan Şoray olmak mı vazgeçilmez?
T.Ş: Kesinlikle annelik.
- Âşık olduğunuz
erkek (Rüçhan Adlı) uğruna bir dönem küs kaldığınız annenize karşı şimdiki hakim duygunuz ne?
T:Ş: Hayatımın en büyük acısı o. Zaman zaman kendimle
hesaplaştığımda, kendimi affetmediğim yanımdır bu. Çok üzülüyorum şimdi o küslük dönemine. Uzun süre ona hasret çektirdim o dönem. Olmadı. İnsan cahilken... 'Amaaaan doğurmasaydın,' diyordum. Şimdiki aklım olsa, ellerini ayaklarını her gün öperdim.
- O zaman 23 yaş farktan ötürü karşı çıkmış ilişkinize. Seçim yapmak zorunda kalmışsınız...
T.Ş: Beni
koruma içgüdüsüyle yaptığını şimdi anlıyorum. Ama o zaman ona kızıyordum. Benim iyi olmam için karşı çıkmıştı ama o zaman anlayamıyorsunuz bunu.
- Sizin böyle bir durumda tavrınız ne olurdu?
T:Ş: Ben Yağmur'la
arkadaşlık kurabildiğim için inşallah böyle bir şey yaşamayacağız.
- Annenizin izin vermediği, sizden 23 yaş büyük biriyle beraber olmuşsunuz, ona vakit ayırmamışsınız... Kızınıza karşı müthiş bir açık vermiş durumdasınız! Bu dengeyi nasıl koruyorsunuz?
T.Ş: (Gülüyoruz, Türkan Hanım kahkahalarla gülüyor) Doğru, vallahi doğru. Eyvah eyvah!
Y.Ü: Çok iyi fikir. Ben bunu hiç düşünmemiştim! Aslında kullanılabilir bir durum!
(RÖPORTAJ 5)
Türkan Şoray, her Cumartesi “Sinema Benim Aşkım” adlı programıyla NTV ekranında…. “Bu programla sinema emekçilerini kucaklamak, emekçiler adına ekrandan sesimi duyurmak istiyorum” diyen sanatçı, programının sinema öğrencileri için ders niteliği taşıyacağını da sözlerine ekledi.
Bugün, NTV’de, “Sinema Benim Aşkım” adında bir programa başlıyorsunuz. Birikimlerinizi, deneyimlerinizi, anılarınızı ekrana taşıyacaksınız. Öncelikle hayırlı uğurlu olsun diyorum Türkan Hanım…
- Çok teşekkür ederim. Sinema, benim için gerçekten çok büyük bir aşk. Ben sinemayla besleniyorum, varoluş nedenim sinema.
* Bu proje nasıl ortaya çıktı?
- 1960’lardan bugüne sinemadaki değişimin canlı tanığıyım. Sinemanın içinde doğdum, büyüdüm, kızımı dünyaya getirdim, gençliğimi o dünyanın içinde yaşadım. Benim dışarıda bir hayatım olmadı. Sinema eşittir Türkan Şoray’ın hayatı demektir. ışte bütün bu hayatı kitap olarak yazmayı düşündüm. Bunu yine yapacağım, ama bu arada bir şeyler oldu. Evimde eski kasetler vardı. O kasetlerin DVD’sini yaptırmak isterken, inanılmaz görüntüler karşıma çıktı. Kamera arkası görüntüler, Atıf Yılmaz’la diyaloglarımız, set işçileri ile diyaloglarımız… Bu görüntüler beni çok etkiledi. Ve bunları seyircimle paylaşmak istedim. Televizyon programı yapma fikri de öyle doğdu. Aslında ben hem bu TV programıyla hem de yazacağım kitapla, sinemayı ve sinema emekçilerini kucaklamak istiyorum.
* Siz kendinizi hiçbir zaman star olarak görmediniz…
- Evet öyle. Bunu hep söylerim, ben bir sinema emekçisiyim. Hiçbir zaman star havalarına girmedim, şöhretim diye ortalarda dolaşmadım. Hep sanat, meslek aşkıyla yanıp tutuştum. Onun için bu programı hem seyircilerime hem de beni var eden sinemaya vefa borcu gibi düşünebiliriz. Bu programı gerçekleştirirsem, içsel olarak çok rahat edeceğimi düşünüyorum. Çünkü bir vazifemi yerine getirmiş olacağım. Bu programın macerası yaklaşık 1,5 yıldır sürüyor. Birkaç kanal ve üniversite ile görüştükten sonra, NTV’nin doğru bir adres olduğuna karar verdim. Bu programda kendi sinemama da başka bir gözle bakacağım.
BEN KENDİMİ BEĞENMEM
* Yani bir anlamda kendinizi eleştireceksiniz…
- Evet… Ben sinemada neler yaptım, hatalarım, yanlışlarım, doğrularım nelerdi, bunları da ekrana getireceğim. Bir de ben kendimi acımasızca eleştiririm. Kendimi beğenmem. Neden bazı şeyleri yapmamam gerekiyordu, onlar bana ne kattı, neler alıp götürdü, toplumun değişmesiyle birlikte sinemadaki değişim gibi pek çok konuyu anlatmaya çalışacağım.
* Bu program bir anlamda belgesel niteliğinde olacak yani, öyle mi?
- Kesinlikle… Kendi filmlerimden örneklerle, kendi bakış açımla, Türkiye’deki toplumsal değişimi ve sinemanın değişimini aktaracağım. Çünkü benim sinemam da çok değişti. 1960’larda yaptığım filmlerle birlikte toplumun değişmesi, 80’lerde feminizmin gelmesiyle birlikte benim de kişiliğimin değişmesi gibi ektileşimleri ekrana taşıyacağım. Sinema filmlerim benim de kendimi tanımama neden oldu çünkü.
* Aslında siz filmlerinizde rol yapmadınız…
- Doğru. Hayatımla çok çakışan filmlerim olmuştur. Hayatımın ve kişiliğimdeki değişim filmlerime de yansımıştır. Kişiliğinizin değişmesiyle birlikte seçtiğiniz roller de farklılaşıyor. Hayata bakışınıza göre roller seçiyorsunuz.
* Yani kamera “stop” diyince pek bir şey değişmedi. O canlandırdığınız kadın aslında Türkan Şoray’ın ta kendisiydi…
- Evet… Çünkü beni yansıtacak, beni ifade edecek roller daha cazip geldi ve o rolleri seçtim hep. Aslında canlandırdığım o roller beni değiştirdi. Yani filmlerime bakarak bendeki değişimi tahlil edebilirsiniz. 1960’larda çok daha içine kapanık, pasif bir yapıya sahiptim ve bu filmlerime de yansıyordu. Sonra 70’ler, 80’ler ve 90’larda daha dik, ayağı yere sağlam basan, özgüveni yerine gelmiş bir kadın vardı, bu durum canlandırdığım karakterlerle de çakışıyordu.
SİNEMA SEKTÖRÜ TEK YUMRUK OLACAK
* Bu akşam programınızın ilk bölümü ekrana gelecek. İlk bölümde neler izleyeceğiz?
- Ben bir dönemi anlatacağım için bunu kronolojik olarak yapmayı düşünüyorum. Sinemaya girdiğim yıllardan başlayıp bugüne kadar geleceğiz. Birlikte çalıştığımız oyuncu arkadaşlarımızla sohbetlerimiz olacak. Sinema bir ekip işi. ıyi senaryolar olmasaydı, yönetmenler bu kadar yetenekli olmasaydı, ışıkçısı, kameramanı, senaristi, müzikçisi, set çalışanı olmasaydı biz olmazdık. Ama ön planda olduğumuz için hep bizler anıldık. ışte ben bu programla, arkamızdaki o büyük isimleri de insanlara tanıtmak istiyorum. Sinema okuyan öğrencilere de ders niteliğinde bir şey hazırlamak istedim, umarım bunu başarabilirim.
* İlk programın konukları Göksel Arsoy ile Nebahat Çehre. Onlarla hangi filmleri konuşacaksınız ve hangi dönemi anlatacaksınız?
- Onlar benim ilk dönemden arkadaşlarım. Göksel Arsoy ile insanların beni tanımadığı zamanlar filmler yaptık. ılk programda o yüzden kendisi benim konuğumdur. Nebahat’le de “Acı Hayat”ta beraber çalıştık. Programda paylaştığımız çok hoş anıları anlatacağız. Aslında bu programda çok şey olacak. Sansürün neden uygulandığı, sansür yürüyüşleri ekrana gelecek, huzur evlerini mutlaka ele alacağım. Sanatçılar için biliyorsunuz huzur evi sözü verildi, temeli atıldı ama yapılmadı. Bunun hesabını soracağım… Telif haklarının hesabını soracağım. Televizyon büyük bir güç. Ben de bir gücüm, sinema da büyük bir güç. Üç güç birleşip, bütün emekçiler adına ekrandan sesimi duyaracağıma inanıyorum.
* Sinema sektörü, sayenizde tek yumruk olacak…
- Bunu oluşturacağımı zannediyorum.
* Programın sunumlarını da siz yazıyorsunuz, değil mi?
- Evet, bütün metinleri ben yazıyorum ve ben sunacağım…
* Size destek olan isimler var mı?
- Tabii ki var. Sevgili Atilla Dorsay var. Kendisi sinema danışmanlığımızı yapıyor. Engin Ayça’nın da yazılarından yararlandım. Agah Özgüç ise zaman zaman danıştığım isimlerin başında geliyor.
BU YIL YÖNETMEN KOLTUĞUNA OTUYORUM
* Bu yıla ait iki projeniz var, biraz da onlardan söz eder misiniz?
- İki film projem var. Birini ben yöneteceğim. Bu bir kadın hikayesi… Orada oyuncu olarak yer almayacağım ama, sadece yöneteceğim. 10 yıldır üzerine çalıştığım bir proje. Allah’ın izniyle bu yıl o filmi çekeceğim. Bir de toplumda dışlanmış bir kadının, kişiliğini ispat çabasının anlatıldığı bir proje var, orada da oyuncu olarak kamera karşısına geçeceğim. Hem yönetip, hem oynama çılgınlığını bir daha yapmam yani. Onu dört kez yaptım.
* Peki yönetmenliğini yapacağınız filmin kastı oluştu mu kafanızda?
- Zuhal Olcay ve Başak Köklükaya var kafamda. ıkisini de çok beğeniyorum. Bir de Zerrin Tekindor… Ben yönetmenliği çok seviyorum. Yurtdışındaki festivallerde yürümek, bu zevki bir kez yaşamak istiyorum.
* “Altın Kızlar” projesi üzdü mü sizi?
- Ben bu dizinin bitmesini çok doğal karşıladım. Çünkü seyirci tepki gösterdi. Seyircinin alıştığı kişiliklerin dışındaydık. Bu çok normal bir tepki. Ben bunun böyle olacağını biliyordum. Arkadaşlarımla bir arada olmak için bu projeye “Evet” demiştim. Dört arkadaş bir araya geldik, çok tatlı günler geçirdik. O yüzden pişman falan değilim…
kaynak hurriyet.com.tr
(RÖPORTAJ 6)
Onun hep dokunulmazlığı oldu
FOTOĞRAF: YASİN YLMAZ |
Tüm yaşadığınız yıllar içinde üzücü olaylar, yaşadıklarınız, sizi belli bir noktaya, belli bir olgunluğa getiriyor. Ani tepkileriniz, feveranlarınız daha duruluyor
Dile kolay, tam 46 yıl oldu onunla tanışıklığımız. Hayranlıkla, coşkuyla bakakaldığımız bir yüz. Bizi hoşgörüye, dürüstlüğe çağıran o gözler... Hayatımızın tanıdık resmi... Sultan... Türkan Şoray... Adını duyduğunuzda hanginiz heyecanlanmazsınız ya da o puslu bakışları hatırlamazsınız. Bu mümkün mü?... Muhteşem bir oyuncu, iyi bir anne, mükemmel bir kadın... İnsanı sarsan içgüdüsel oyunculuğu dışında Türkan Şoray'ın her ne kadar 'yok' dese de 'dokunulmazlığı' vardır.
'İkinci Bahar', 'Tatlı Hayat' adlı dizilerde yine hayranlıkla izlediğimiz Türkan Şoray, şimdilerde 'tatlı telaş' içinde. 'Cemile' adlı yeni bir diziye başlayan Türkan Sultan'la çekimler esnasında görüşme fırsatı buldum. O kadar nazik ve içten ki... Bunu anlatmak gerçekten zor... Büyük hırsların insanı bitirdiğini söylüyor Türkan Şoray ve ekliyor: "Zaman, sizi daha duygusallaştırıyor..."
* * *
Sakin bir yapınız var. Bunu nasıl koruyorsunuz?
İlk gençlik yıllarımda böyle sakin değildim. Zamanla hayata bakışınız, dünya görüşünüz her şey çok değişiyor. İnsan, gençlik yıllarında çok daha büyük heyecanlar ve büyük tutkular yaşıyor. Her şey toz pembe, her şey istediği gibi olacakmış gibi büyük hayaller kuruyor. Ondan sonra giderek hayatın gerçekleriyle karşılaşıyorsunuz. Tüm yaşadığınız yıllar içinde üzücü olaylar, yaşadıklarınız, sizi belli bir noktaya getiriyor, belli bir olgunluğa getiriyor. Ani tepkileriniz, feveranlarınız daha duruluyor. O hırslarınıza daha sakin bakmaya çalışıyorsunuz. Mesela ben yaşamım boyunca şöyle bir noktaya vardım: Her şey geçici, her şeyin bir sonu var. Nedir bu? Büyük hırslar, büyük istekler, her şey bitiyor. En güzel şey, en kötü şey bile bitiyor. Yani olaya böyle baktığınız zaman bir tevekkül geliyor insana. Ben şimdi o ruh hali içindeyim.
Zamanla daha mı hoşgörülü oldunuz?
Artık çok büyük olaylar beni şaşırtmıyor. Her şey çok olabilecekmiş gibi geliyor. Dünyada her şey olabilir. İster istemez daha yumuşak oluyorsunuz. O zaman bir ruh huzuruna kavuşuyorsunuz. O, size ister istemez bir rahatlık getiriyor. Hoşgörünüz genişliyor. Eskiden hırslandığım zaman, tepkilerim büyük olurdu. Ama zaman, sizin empati duygunuzu geliştiriyor. Karşınızdaki insanı daha iyi anlamaya başlıyorsunuz. Bunda mesleğimin de büyük etkisi var. Çeşitli karakterleri canlandırırken, onların kişiliğini de analiz ediyorsunuz. İnsanı tanırken kendinizi de tanıyorsunuz. Ve bütün bunlar kişiyi belli bir noktaya getiriyor. Ne oluyor o zaman? Daha hoşgörülü oluyorsunuz; ki, dünyada herhalde en önemli şey hoşgörülü olmak ve de karşısındakini anlayabilmek. Büyük hırslar yaşamamak. Büyük hırslar yaşanmadığı zaman daha sevgi dolu oluyorsunuz. Bir de benim yüreğim sevgiye çok açık. İnsanları çok seviyorum. Bu sevgi alışverişi müthiş. Ben inanıyorum ki, sevgi dağıtırsam aynı sevgi çoğalarak, katlanarak bana dönüyor. Ve ben bunu çok yaşıyorum. O zaman bana belli bir huzur geliyor.
Güvenilir ve içten olmak çok önemli değil mi sizin için?
Hepimiz için öyle değil mi? Yani, o hayal kırıklığını yaşamamak istiyor insan. Yani, her insan doğarken içinde kötülük ve iyilikle doğuyor. Bazıları onu kendi yaşamışlığıyla, beyniyle o kötü tarafını yeniyor ve iyi tarafını öne çıkarıyor. Bir de ben insanları artık çok iyi tanıyorum. Ama ne kadar iyi tanısam da, yanılıyorum bazı zaman. Bu yanılmışlığımı da içimde bir şekilde hallediyorum.
Çabuk kırılır mısınız?
Çoook... En acilen kendimi tedavi etmem gereken tarafım bu. Çok kırılganım. Ben, insan ilişkilerinde çok hassas olduğum için birini kıracağım diye yüreğim titrer. İstemeden eğer kırmışsam artık günlerce uyuyamam. Karşı tarafı kırdığım için bu beni daha çok etkiler. Hemen incinirim. En küçük bir bakıştan bile günlerce uykum kaçabilir. O kişi neden bana böyle baktı diye düşünüp dururum. Yengeç burcuyum. Kırılganlığım, o tarafım maalesef var.
Kendinizde en sevmediğiniz taraf bu mu?
Evet. Benim en sevmediğim tarafım bu işte. Çok alınganım. (Gülüyor...)
Fatma Girik ve Hülya Koçyiğit, size göre politikaya daha mı sıcak?
Bana her seçim arifesinde mutlaka ciddi teklifler gelmiştir. Bir kere politikayla ilgilenmek için çok birikim olması lazım. En önemlisi politika benim karakterime hiç uygun değil. Bir kere serinkanlı olacaksınız, soğukkanlı olacaksınız. Aslında bir teklifte bir ara meclise girip sanatçı haklarını koruma adına, sesimizi duyurma adına böyle bir iki gün düşündüğümü itiraf edeyim. Uzun uzun düşününce vazgeçtim. Orası çok ayrı bir dünya. Ama diğer arkadaşlarımız, söylediğim aktif politikada bayağı başarılıydılar. Ve de benim birçok arkadaşım meclise girse çok da başarılı olur. Çünkü halkın tepkileri çok önemli. Halk, sevilen sanatçıların sözüne değer veriyor, önemsiyor.
Annelik inanılmaz güzel...
Hala kanunlarınız geçerli mi?
Hayır değil. Yıllar önce o dönemde o günkü koşullara göre böyle bir şartım vardı. O da aşırıyı önlemek içindi. O aşırılıklar bizim toplumumuzda ters karşılanacak şeylerdi. Bir kere bana ters. Bir ölçü olmalıydı. O yıllar, çok film çekiliyordu. İmzaladığım her projeye böyle bir madde koyduruyordum. Ölçüsünü ben belirliyordum. Aşırılıktan korunmak adına yapıyordum.
Kızınızla aranız nasıl? Görüş farklılıkları yaşıyor musunuz?
Benim annemle nasılsa, Yağmur'la da aynı şekilde oluyor tabii. Zaman zaman anne-kız oluyoruz, zaman zaman arkadaş oluyoruz. Öyle olması gerekiyor. Ancak bazı şeylerde ters düşüyoruz. Bazı şeylerde çok iyi anlaşıyoruz. İster istemez bu annelik, iç koruma güdüsüyle, birtakım şeylere karşı çıkıyorum. Mesela bu havada ince bir şeyle çıktığı zaman dırdırdır söyleniyorum, 'aman anne' diyor. İşte, 'ben üşümem' diyor. İşte oradan bir takışma oluyor. Birbirimize küsüyoruz. Aynı şey benim annemle de oluyordu. O da ileride kızıyla yaşayacak aynı şeyleri. Bu böyle sürüp gidecek.
İşinizden ve kızınızdan arta kalan zamanlarınızı nasıl geçiriyorsunuz?
Sosyal yaşamım tabii ki var. Sık sık dostlarımla buluşurum. Yemeğe giderim. Senaryo çalışmalarım ve iş görüşmelerim oluyor. Bu yıl gerçekleştirmeyi düşündüğüm iki film projesi var; onun üzerinde çalışmalar yapıyorum.
Anne olmak çok güzel değil mi?
Annelik güzel ötesi bir şey. Allah sevgisinden sonra gerçek sevgi. İnanılmaz bir şey...
Yağmur'u nasıl anlatırsınız?
Ayakları yere basan, sorumluluk sahibi. Ne yaptığını bilen bir genç kız. En takdir ettiğim yanı çok dürüst olması, yalan söylememesi. Hiç sevmiyor yalanı. Bu yüzden ona çok ama çok güveniyorum.
Yemek yapar mısınız?
Yapmaz mıyım hiç! Hepsini yaparım. Ve de çok güzel yaparım. Hünkar Beğendi'yi çok severek yaparım.
Bakımınız için özel şeyler yapıyor musunuz?
Hayatı seviyorum. Yaşama tutunmak, bu da benim için çalışmak anlamına geliyor. Hayatımda güzel şeyler yapıyorsam; o benim hem içimi güzelleştiriyor ve yüzüme yansıyor. Sağlığıma daha çok dikkat ediyorum. Kendime iyi bakmam gerektiğini düşünüyorum. Onun için çalışmak çok önemli, çalışırsam sağlığım ve güzelliğim yerinde oluyor. Yıllardır cildim için acıbadem sütü kullanıyorum; ayrıca zaman zaman vitamin alıyorum.
Bu kadar sevilen ve baş tacı edilen Türkan Şoray'ın hayat felsefesi nedir?
Her şeyden önce 'iç huzuru'... İç huzuru, mutlu olmak için birinci neden. Çok büyük hayallere kapılmadan her şeyi sindirerek, hayata güzel bakarak her şeyin bir sonu olduğunu bilerek huzurlu yaşamak...
Sürekli heyecanlısınız?
Hiçbir zaman sakin olamıyorum. Çok heyecanlı bir yapım var. Küçüklüğümden beri kalbim küt küt atar. Telaşlıyımdır.
Biraz eskiye dönersek, sinema serüveniniz bir tesadüf sonucu oldu değil mi?
Hayat tesadüflerle dolu. Fatih'te anneannemin, dedemin yanında oturuyordum. Ve birden bire kendimi sinema dünyasının içinde buldum.
Çok küçük yaşta, sinema hayatınız başladı. Ya çocukluğunuz?...
Mutsuz bir çocukluğum oldu. Çocukları sevgiyle büyütmek lazım. Ben ve kardeşim maalesef bu ilgiden yoksun büyüdük. Annem, mücadeleci bir kadındı. Baba sevgisinden yoksun yaşamak hep büyük bir eksiklik olarak kalmıştır içimde....
Bu arada Yeni Şafak çalışanlarına ve okurlarına sevgilerimi göndermek istiyorum...
Teşekkürler sinema...
Adınıza şarkılar, şiirler, şarkılar, kitaplar yazıldı. Hatta genç kızların el işi örgülerine bile isminiz verildi. Bu nasıl bir duygu sizin için?
Çok müthiş bir duygu tabii. Bu mesleğin bize verdiği en büyük mutluluk. O kadar güzel ki... Bütün bunlar kara kaşımızdan, kara gözümüzden çok, bence mesleğimizin büyüsü. Bizler de gerek fiziğimizle, gerek oyunumuzla bu sevgiyi hak etmeye çalışıyoruz. Mesleğimizin verdiği bir lütuf, bir armağan bu. Yani o karakterlerle seyircinin gönlünde bir yer ediniyorsunuz. Ve seyirci sizi sevip bir yerlere getiriyor. 'Teşekkürler sinema' diyorum. Tabii şanslıyım ben. Sinemadaki şanslı oyunculardan biriyim. Güzel ilişkimiz oldu seyircimizle yıllardır. Bu ilişki beni çok mutlu etti. Çok sevdik birbirimizi, ben de seyircilerimi çok sevdim. Seyirciler benim için o kadar önemli ki... Her şeyden önemli. Hayatımı da ona göre yaşamaya çalıştım. Onların değer yargıları benim için birinci planda oldu. Hayatta en büyük korkum, onların sevgisini kaybetmek. Allah korusun. Sokakta, orada burada karşılaştığımız insanlarla sarılıp ağlaşmamız, beni besleyen beni hayata bağlayan çok güzel şeyler.
Yeşilçam'a nasıl girdi?
Türk sinemasının Sultan'ı, 28 Haziran 1945'de İstanbul'da doğdu. Babası Halit Şoray, devlet demir yollarında memur, annesi ev hanımıydı. Maddi imkanların kısıtlı olduğu bir ailede dünyaya geldi. Öğrenimine Rami Taş Mekteb'inde başladı, fakat sürekli mahalle değiştirdiklerinden, eğitimini 1956'da Feriköy İlkokulu'nda tamamladı. 1954'te Meliha ve Halit Şoray çifti boşanır. Çocuklar annede kalır. Karagümrük Sarmaşık Sokağı'na taşınırlar. Burada ev sahiplerinin kızı Emel Yıldız'la tanışır, Yeşilçam'a a girişi de böylece gerçekleşir. 'Dönüş'le başlayarak yönetmenlik de yaptı. Oyunculuğu halk içinde efsane boyutlarına ulaştı.
Aliye'yi beğenerek izliyorum...
Yeni başladığınız dizide nasıl bir karakter çiziyorsunuz?
Çocuklarıyla mutlu yaşarken hapse düşen, hapisten çıktıktan sonra çocuklarının peşine düşen ezilen bir kadını oynuyorum.
Sizin beğendiğiniz dizi var mı?
Hepsi emek verilerek yapılmış; ama ben Aliye'yi çok beğeniyorum. Konu çok iyi işlenmiş. Yabancı Damat bir de Avrupa Yakası hoşuma gidiyor.
Biliyor musunuz?
- Adına "Türkan Şoray Efsanesi" konulu bir sempozyum düzenlendiğini...
- Hiçbir tiyatro oyununda rol almadığını...
- Neredeyse bilmediği Klasik Türk Müziği parçası olmadığını...
- Sinemada rol aldığı için okul müdürünün onu okuldan uzaklaştırdığını...
- Sarıyer'de adına bir okul yaptırdığını ve bunu Milli Eğitim Bakanlığı'na devrettiğini...
- Resim kabiliyetinin de olduğunu...
NOT defterimden
Sultan'ın yeni dizisi 'Cemile'nin çekim yerine gittiğimde saat 14.30'du ancak Türkan Şoray'ın saat 17.00'de geleceğini öğrenince beklemeye koyuldum. Geldi gelmesine ama bir basın ordusunun yüzlerce sorusu sonrası hala özel röportaj için beklemekteyim. Saat 19.00, set ışıkları kuruluyor, eyvah... Ancak odasından çıkıp ve elimi tutup, "Bravo vallahi, ne kadar sabırlısın. Hadi gel röportajı yapalım" deyince bir oh çektim. Kameraları böylesine seven bir insanı daha önce hiç görmedim. Hani mesleğine aşık derler ya... Sultan, tam da böyle biri... En çok hoşuma giden taraf ise, tatlı sohbetin sonunda beni çok sevdiğini söylemesi oldu...
(RÖPORTAJ 7)
Türkan Şoray: 'Tüm emekçileri sevgiyle kucaklıyorum'
Uluslararası İşçi Filmleri Festivali bu yılki açılışını “Sultan” filmiyle yaparken, Mahmut Hamsici, Festival Gazetesi için, Türkan Şoray’la görüşmüş. Festivalin açılış gecesine katılan Şoray’a sinema alanındaki çalışmalarından dolayı teşekkür edilir ve bir al yazma armağan edilirken, Şoray da, set işçilerine sunulmak üzere, Sinema Emekçileri Sendikası (Sine-Sen) Genel Başkanı Zafer Ayden’e plaket vermiş. Hamsici’nin Türkan Şoray’la yaptığı röportaj ise şöyle:
Sayın Türkan Şoray, sık röportaj vermeyi tercih etmediğinizi biliyoruz bu yüzden bize zaman ayırdığınız için öncelikle teşekkür ederiz. Sinemaya ve hayata emeğin merceğinden bakan bir festivalin gazetesi olarak sormak istiyoruz. Türkiye’de sinemaya emek veren oyuncusundan set işçisine insanlar sosyal haklarının ne kadarına sahipler?
Türk Sineması sektör olamadığı için yıllardır sinema emekçilerinin sosyal güvenceleri için mücadele hep sürdü. Sinema emekçileri (oyuncuları) bir filmde çalıştıktan sonra belki üç ay, beş ay geçince başka bir filmde çalışıyorlardı, fabrika işçileri gibi her gün işe gitmiyorlardı ve iş devamlılığı olmadığı için sigorta yapılamıyordu. Sendikalar bu konuda mücadele verdiler, tam örgütleneceklerdi sendikalar kapandı.
Sinemacılar 75-76 yıllarından itibaren yeniden örgütlenerek sosyal hakları için hükümete talepte bulundu ve bu kanun çıktı. Benim de başkanlık yaptığım SODER (Sinema Oyuncuları Derneği) bu borçlanma yasasından hak kazanmış olanların listesini Sosyal Sigortalar Kurumu’na bildirdi. SODER primlere katkıda bulunarak 70-80 oyuncunun emekli olmasını sağladı. Geri kalan 300’e yakın oyuncu kendi olanaklarıyla emekli oldular. Ama ne yazık ki bu yıllar içinde sinemaya emek vermiş birçok emekçi, oyuncu çok zor yaşam koşulları içinde, çok acıdır parklarda, orada burada yaşamlarını sürdürmeye çalıştılar. Bir huzurevi bile yapılamadı. Merasimle huzurevinin temeli atıldığı halde sonu gelmedi, tamamlanmadı.
Sinema-TV sektöründe yaşanan hak gasplarına karşı Sinema Emekçileri Sendikası’nın son dönemde yeni bir örgütlenme atağına geçtiğini görüyoruz. Özellikle ağır çalışma koşulları ve güvencesiz çalıştırma üzerine yoğunlaşan bu mücadele hakkında ne düşünüyorsunuz?
Şimdi dizilerde çalışanlar çok daha ağır şartlarda çalışıyorlar. Beş altı günde neredeyse bir sinema filmi yetiştiriyorlar, sosyal hayatlarını yaşayamıyorlar. Ağır çalışma şartlarının normalleşmesi için verilebilecek mücadelede her zaman yanlarındayım.
Festivalde bu yıl Sultan filmi gösteriliyor. Sultan’ın sizin filmogrofinizdeki yeri nedir?
Sultan filmimi çok severim. Sultan evlere temizliğe giderek çocuklarına bakan, hayatını emeğiyle, alın teriyle kazanan güçlü bir kadın; çalıştığı için kimseye muhtaç olmayan, sağlam, kendine güvenli, ayakları yere basan bir kadın. Filmografimdeki yeri çok özel, çünkü film gerçek bir yaşam, Sultan o yıllarda da var olan, bu yıllarda da çalışan kadınların gerçek bir örneği.
Bu yılki festivali Emek Sineması’nın yok edilme tartışmalarıyla karşılıyoruz. Bu tartışma hakkında ne düşünüyorsunuz?
Şehrimizin kültürüne mal edilmiş tarihi binaların, sanat merkezlerinin yok edilmesine karşıyım. Emek Sineması’nın yıkılmadan, restore edilerek seyircisiyle buluşmasını diliyorum.
Son olarak film festivalinin izleyicilerine neler söylemek istersiniz?
Emeğin değerini bilen herkesin bu festivale ilgi göstereceğini tahmin ediyorum. Tüm emekçileri sevgiyle kucaklıyorum.
|
|
|
|
|
|
|
durursam bı daha kurtulamam.zıyanı yok gulusu yeter bıze.yuregım kaydıysa gunah mı?camura saplansam yardıma gelır mısın?elını tuttum sıcacıktı,yuregı elımdeymıs gıbı.elınden tutuversem benımle gelır mı?senınım ıste alıp gotursene benı... |
|
insan sevebilecegi birini buluncaya kadar kaç kısıyı sevdıgını zannedıyor?turlusunu gordum.bır ıkısı bana hakıkaten asıktı,cogu numaracıydı.netıcede bır kadından hepsı aynı seyı ıstıyor.yalnızım,dusunursenız ne var hayatımda benım.bırıyle konusmak,arkadaslık etmek ıstesem baska turlu olmuyor.yoruldum artık dusunmek bıle ıstemıyorum.... |
|
neresınden başlayacagımı bılemıyorum.belkıı,belkı zamanı unutup gerılere donmelı.benı ne kadar sevdıgını bugun anladım tarık.benı kurtarmaya geldıgın zaman,bana sarıldıgında tıtredıgını hıssettım.sevıyorsun hala anladım bunu tarık.tıpkı eskısı kadar,tıpkı eskısı gıbı.... |
|
Gurbet içimde bir ok herşey bana yabancı
Hayat öyle bir han ki acı içimde hancı
Sevmek korkulu rüya yalnızlık büyük acı
Hangi kapıyı çalsam karşımda buruk acı
Yıllar yılı gönlümde bir gün sabah olmadı
Bu ne bitmez çileymiş neden hala dolmadı
Sevmek korkulu rüya yalnızlık büyük acı
Hangi kapıyı çalsam karşımda buruk acı... |
|
|
|
|
|
|
|